AzRa NuR 5.6.2017 01:26
Kur’an’sız bir Müslüman, Kur’an’sız bir hayat olmayacağı gibi, Kur’an’sız bir Ramazan da olmaz. Hani eskiden MUKABELE adını verdiğimiz o sünnet ibadet, sadece yaşlıların ve ev hanımlarının iştigali değilmiş. Hele İTİKÂF denen o güzelim arınmayı unuttuk.
Siz başlıktaki cümleyi hiç söylememişseniz, daha genç olmalısınız. Çok tekrar edenlerdenseniz, ihtiyarladığınızın resmidir. Zira “gençler hayalle, ihtiyarlar hatıra ile” yaşarmış.
Bendeniz de bu cümleyi az da olsa telaffuz etmekteyim. Bu nedenle yaşımı tahmin etmeye çalışacaksınız. Bunu boş verin. Lazımsa ben söylerim. Asıl neyi özlediğimi merak edenler varsa, onlar için tafsilat eyleyeyim.
Birincisi eskiden Ramazanlara hazırlık yapılırdı. Şimdi birden geliveriyor. “Benim annem mantı erişte hazırlıyor” demeyesiniz. Bana ne, sizin evdeki erişteden. Recep ve Şaban aylarında uzun oruçlarla başlardı hazırlık. Hani sahabe; “Allah resulünü anlatırken bazen neredeyse hiç orucu bırakmayacak zannederdik” der ya, işte öyle... Bazılarının deyimiyle “Ne çabuk geçti şu mübarek on bir ay” deniliyor.
Sonra sahurlar bir âlemdi. “Sahurda bereket vardır” hadisi şerifi gereğince mutlaka sahura kalkılırdı. Şimdiki gibi gece yarısına kadar televizyon izleyip, sonra da “uyanamayız” diyerek yiyip yatmak yoktu. Televizyon deyince aklıma geldi de; eskiden insanlar orucu tüm organlarına tuttururmuş. Yani göz de oruç tutarmış mide gibi… Dilin nasıl oruç tutması gerektiğini söylememe gerek yok değil mi? Hemen aklınıza şu hadisi şerif gelecek tahmin edebiliyorum. “Kim yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa, Allah Teâlâ’nın o kimsenin aç ve susuz kalmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhari)
Tabii trafik denen canavar henüz türememiş, bu nedenle de kavga gürültü yokmuş. Olur ya birisi birine çatacak olsa; “Ben oruçluyum, ben oruçluyum, ben oruçluyum…” der ve kavgadan kaçarmış. Kimse asabiyetine mazeret yapmazmış orucu… Çünkü cennete bilet anlamında telakki edilirmiş sinirlenmemek. Yani oruçlu adam asabi olur diye bir kural yoktur.
Belki bunda şeytanların bağlanıyor olmasının da etkisi vardır. Ben nasıl bağlandığını gözlerimle görmüş değilim. Lakin hadisi şerifte Allah Resulü; “Ramazan gelince şeytanlar bağlanır.” buyurur. Demek ki bağlanıyor. Şimdi nasıl yapılıyor da çözdürülüyor veya onlarsız da bu kadar kavga dövüş çıkarılabiliyor anlamıyorum.
“Ramazan deyince ilk akla gelen nedir?” desek, herhalde herkes iftarı hatırlar. Hele davetler yok mu? Eskiden olurmuş. Şimdi de mi var? Aynısı mı yani? Fakirlerin zengin sofrasında iftar ettirildiği yan yana oturabildikleri bir davet gördünüz mü şimdi? Bilmem kaç yıldızlı otellerin şatafatlı salonlarında, “Bugün ben seni, yarın da sen beni davet edersin” havasındaki gösterişleri kastetmiyorum. Komşunun açlığı veya açığı gerçekten ilgilendiriyor mu bizi? Anlamadım. Sizin mahallede fakir mi yok? Olmaz tabii oturduğumuz mahalleleri de ona göre ayırdık. Çocuklarımız fakirlerin eski zamanlarda olduğunu sanıyor.
Babalar çocukların ellerinden tutar teravihe götürürmüş. Şimdi herkes kendi dünyasını yaşıyor. Camiye kendi başına gelen az sayıdaki çocuk da gürültü yaptıkları için kovulurlar dedeler tarafından. Sorsanız kendi torunları da yoktur camide. Bir sahabe duyarlılığı ile çocukları safların arasına dağıtıp okşasaydık başlarını, hiçbir şey olmazdı. Eskiden adına teravih denilen, gerçekten terviha= rahatlama namazı varmış. Yani “jet imam” diye bir deyim henüz bulunmamışmış.
Ramazan ayı ibadet ayı olunca, eğlence diye bir alışkanlık da yokmuş. Eğlenmeyi, aile eş dost arasındaki sevgiyi bayrama saklarlarmış. Şimdilerde bir “ramazan etkinlikleri çıktı. Tam da teravih saatlerinde şarkı türkü eşliğinde, “vur patlasın çal oynasın” havası… Bunu yapan belediyeler iyi, diğerleri kötü…
Geçen yıllarda bulunduğum şehirde tertip edilen ramazan etkinlikleri münasebetiyle başkana gönderdiğim mektupta; “Ramazanda bana da yer ayırın” diye rica etmiştim. “İçinde; sadece bulunsun diye değil, dolgu malzemesi olarak kullanılmayacak bir şekilde Kur’an’ın olduğu, ibadetin hatırlatıldığı, günahlardan arınmaya vesile olacak salih ameller olsun” demiştim. Cevap çıkmadı. Benim için mahsuru yok. Fakat geleceği mutlak olan bir günde “insanları günaha teşvikten” dolayı suçlarlar, savunmak zorunda bırakırlarsa, bülbülü bile konuştururlar bilesiniz.
Kur’an’sız bir Müslüman, Kur’an’sız bir hayat olmayacağı gibi, Kur’an’sız bir Ramazan da olmaz. Hani eskiden MUKABELE adını verdiğimiz o sünnet ibadet, sadece yaşlıların ve ev hanımlarının iştigali değilmiş. Hele İTİKÂF denen o güzelim arınmayı unuttuk. Sakın Ramazanda Kur’an okuyun da, bitince gelecek seneye kadar, beklemeye alın dediğimi sanmayasınız. Benim gençlik yıllarımda bizim ellerde KADİR gecesi önem arz ederdi. “Şimdi de var canım görmüyor musun o gece camiler tıklım tıklım doluyor” diyebilirsiniz.
Ramazan ayı ibadet ayı olunca, eğlence diye bir alışkanlık da yokmuş. Eğlenmeyi, aile eş dost arasındaki sevgiyi bayrama saklarlarmış. Şimdilerde bir “Ramazan etkinlikleri çıktı. Tam da teravih saatlerinde şarkı türkü eşliğinde, “vur patlasın çal oynasın” havası… Bunu yapan belediyeler iyi, diğerleri kötü…
Azıcık bu konuda bir şeyler okuyanlar bilir ki, Kadir gecesi Kur’an’da bin aydan daha hayırlı olarak tanıtılır ama zamanı gizli tutulur. Hadisi şeriflerdeki “Kadir Gecesini Ramazanın son on gününde, özellikle de tek gecelerde arayınız” ifadesi mucibince son geceler sabaha kadar toplu olarak ibadet edilirdi. Kadri yüce bir Mevla’nın affına sığınılırdı. Sabaha kadar namaz ve Kur’an. İfadesi bile çarpıcı değil mi? İnanın özlesem de, şimdilerde bulamıyorum bunu.
Şehrin çok uzak noktalarından biraz da uykusuz bir şekilde, hatimle kılınacak sabah namazı için gelen ve camiyi hınca hınç dolduran o güzel insanları ve tabii ki bu ihlâsı da özlüyorum. Bir evde hatimle kılınan teheccüd namazı da güzel bir anı oldu maalesef.
Ben de ne çok şeyleri hatırlamış ve özlemişim değil mi? Siz gene de yaşımı tahminden vazgeçin de, gelin bu unutulmuş ama mizanda yer edeceğini düşündüğümüz hatıraları canlandıralım. Bence olabilir. Yapınca bana da dua edersiniz değil mi?